10 Aralık 2008 Çarşamba

Kapıyı Kimler Çalıyor!?

-(Ç)alıntı başlık, Kirkor Ceyhan, Kapıyı Kimler Çalıyor, 1999, Belge yay., İstanbul.
Yaklaşık bir ay önce tanıştım kendileriyle. Yurttaki kapımızda öyle delik falan yok. Kim tıkırdatsa açacaksın. Günlerden ne gündü hatırlamıyorum, Krakow’daki can yoldaşımız, en iyi dostumuz IKEA’dan 6zlotiye (3.5ytl) aldığımız, çıkardığı taka-tika-tuk sesleriyle uykumun orta yerinde beni uyandırsa da bana kendimi Sirkeci-Halkalı banliyö tren hattının babamla yaşıt, artık günümüzde tanımlanamayacak bir kokuya sahip 1953 Fransız yapımı eski vagonlarından birinde, Yenimahalle istasyonunda inmek üzere yol alıyormuşum gibi hissettirdiği için pilini çıkarıp bir köşeye atamadığım plastik çerçeveli saatimizin yelkovanı, hep ayrı yönleri göstermek zorunda olduğu sevdiğiyle “12”nin üzerinde bir kez daha buluşmak için emin adımlarla ilerliyordu. Yani kısacası saat 12’ye geliyordu. Ben odamda yalnız, bilgisayarımın başında oturmuş İstanbul’da bıraktığım arkadaşlarımı, dostlarımı; amca, dayı, yenge, hala, kardeş, yaya, dede, komşularımı, ha bi de sevdiğim kızı düşünüyordum. (Yalana Krakow’da alıştım, idare edin artık.)
Tak-tak-tak sesiyle irkildim (“Tak” Lehçede “Evet” demek bu arada). Kapı çalınıyordu. Ya da vuruluyordu diyelim.
Kapıyı açtım, karşımda 40’lı yaşlarında iki orta boylu, sarışın kadın. “Yahu benim bunlarla bir işim oldu da ben mi hatırlamıyorum!?” diye düşünmedim değil bir an. Lehçe bir şeyler söylemeye başladı ki ben “Przepraszam nie mowie po polsku” (Pardon, Lehçe bilmiyorum) deyip kapıyı nazikçe kapama hazırlıklarına giriştim. Sabırsızlığımı fark eden “Beata” muhtemelen Sovyet yadigârı İngilizcesini konuşturmaya başladı tabi. Misyoner olduklarını söyledikten sonra nereli olduğumu, adımı sordu. Bu iş daha dedemin doğduğu köye kadar gider diye düşünüp kısa kestim. Türkiye’den geldiğimi duyunca çok şaşırdı ve çantasından çıkardığı siyah klasörü karıştırırken bende Türkçe bir şeyler de var dedi. Klasöründen çıakrdığı “Yehova’nın Şahitleri” gibi bir başlık taşıyan bir broşürdü. Nazikle benim dinle, imânla işim yok gibisinden laflar edip postaladım kendilerini. Bu ilk ziyaretlerinin ardından bana kalan “Would you like to know the Truth?” (Gerçeği bilmek ister miydiniz?) başlıklı küçük bir broşür oldu.
Yaklaşık on gün sonra kendini “Beata” olarak tanıtan kadın bu sefer yanında 30-35 yaşlarında bi adamla karşımda duruyordu. Geçen sefer bahsettiği konular üzerine konuşmak için geldiklerini, zamanımın olup olmadığını sordu, yok dedim, nazikçe teşekkür edip uzaklaştılar.
Geçen hafta bir cumartesi sabahı misyoner arkadaşlarımız tekrar geldi. Kapıyı açan Serdar’dan odada olmadığımı öğrenip gerisingeri döndüler tabi. Bense 6 zlotilik Ikea malı duvar saatimizin taka-tika-tuk sesleri beynimde zonklarken Krakow’daki en ağır hangoverlarımdan biriyle çarpışıyordum.
Kaç haftadır ses yok misyoner kardeşlerimizden, kapımızı başka çalan da yok zaten.

Hiç yorum yok: