28 Eylül 2008 Pazar

Krakow’da İlk Hafta

Birkaç saat sonra Krakow’a gelişimin ilk haftasını dolduracağım.
Bir haftada ne yaptım diye soracak olursam…
Şehre çok fazla uyum sağladığım söylenemez, çünkü şehri istediğim gibi gezebilmiş değilim. Bir haftadır sadece bir gün yağmur yağmadı, o gün de şehrin yahudi mahallesi olarak bilinen Kazimierz bölgesine gittik, üç sokağa bir sinagog düşüyor desem yalan söylemiş olmam heralde. Şehrin merkezindeki Main Square’den (Rynek Glowny) 15 dakika yürüme mesafesindeki bu bölge şehrin biraz güneyinden geçen Wisla nehri kıyılarına kadar uzanıyor (belki nehri bile geçiyordur fakat bilmiyorum çünkü nehrin öte yanına yurda dönmeye çalışırken tramvay istikametini şaşırıp ters yöne giden tramvaya bindiğimizde geçebildim, her neyse, Krakow’un altını üstüne getirecek çok zamanım olacak). “Rynek Glowny” denen şehrin merkezi adını meydanın tam ortasındaki çarşıdan alıyor, çarşının uzunluğu 70-80 metre var, içindeki dükkanları saymadım ama tamamiyle turistik eşyalar satılıyor. Çarşının dış kısmındaki dükkanların çoğunluğu ise cafe-bistro tarzı, daha ilk günlerden parasız kalırız korkusuyla herhangi birine yaklaşamadığımız türden mekanlar. Çarşının bir yanında kocaman büyük bir saat kulesi var, Serdar Varşova’da bir buçuk kat daha büyük bir saat kulesi olduğunu söyledi. Bir akşam merak edip çevresinin adımlamaya kalktım, saat kulesinin doğu-ve dolayısıyla batı- yanı 44 numara botlarımla kırk buçuk adım tutuyor, güney-kuzey yanları birkaç adım daha uzun olabilir fakat güney yanında kafe kuzey yanında ise kulenin girişi ve merdivenler olduğu için adımlayamadım. Meydanın ortasındaki çarşının diğer yanında ise St. Mary Church Kościół Mariacki dedikleri devasa bir katedral var, henüz içine giremedik fakat haftaya pazar erken uyanabilirsem gidip ayini izleyeceğim. Kilisenin iki uzun kulesi var ve en tepedeki 6-7 metreleri hariç ikisinin de mimarisi aynı. Katedrale baktığınızda solda kalan ve birkaç metre daha uzun olan kuleden her saat başı hüzünlü bir şarkı sesinin şehre yayıldığını duyuyorsunuz. Kulenin –aşağıdan küçük görünen- pencerelerinden birini açan ve –bu bir asker ve sıradan bir müzisyen olabilir- trompetiyle hüzünlü şarkıyı çalmaya başlayan şahsın şarkıyı bitirdikten sonra şehrin diğer yanına bakan tarafa geçip şarkıyı bir kez de o yöne doğru çaldığını gördüm, Krakowlular için pek ilginç olmayan bu olay –dün geceki ev partisinde tanıştığım Leh çocuk bu olayı benim kadar bilmediğini itiraf etti- turistlerin ilgisini çekiyor. Zira hikayesi şaşırtıcı, 13. yüzyılda başlayan ve Rusların emdikleri sütü burnundan getiren Moğol-Tatar istilası anlaşılan Krakow’a da zor günler yaşatmış: Krakow’a düzenlenen seferlerden birinde Moğol askerlerinden biri şehrin surlarından bilmem kaç yüz metre uzaklıktaki bu kulenin üstündeki askerlerden birini okuyla kuleden meydanın ortasına düşürmeyi başarmış, her saat başı çalınan o hüzünlü melodi moğolun okuna kurban giden askerin anısınaymış. Şarkının bir diğer özelliği ise asla tam çalınmayışı, her saat başı camı açıp şarkıyı çalmaya başlayan adam şarkıyı yarısında kesiyor, bugüne dek şarkı hiç tam olarak çalınmamış.
Krakow’da ulaşım tramvay (tramp) ve otobüslerle sağlanıyor. Tramvay durakları genellikle sadece bir direkten ibaret. Direğin ortasındaki panoda o duraktan geçen tramvayların numaraları, geçtikleri durakların adları ve hafta içi, cumartesi ve pazar günleri ayrı olmak üzere üç ayrı hareket çizelgesi yer alıyor. İnsanlar tramvay kaldırımda bekliyor ve tramvay geldiğinde bir şerit geçip yolun ortasındaki tramvaya ulaşmanız gerekiyor, yani tramvay kaldırıma yanaşmıyor. Geçmek zorunda olduğumuz şeritten araba gelecek olursa ne yaparız diye bir soru sormanın gereksiz olduğunu daha ilk gün tramvaya binecekken anladım zira tramvay yavaşlarken o şeritten gelen arabalar da yavaşlıyor ve tramvayın duracağı yeri gösteren beyaz şeritli-çizgili alana girmiyorlar. Biletinizi tramvayın içindeki bilet makinesinden alıp aracın çeşitli yerlerine monte edilmiş aktivasyon aletinden (bu ismi ben koydum) aktive ediyorsunuz. Bilet kontrolü yapan kimse yok, fakat tramvaylarda çalışan sivil görevlilerin olduğu ve her an biletinizi görmek isteyebileceklerini söylediler, biletsiz yolculuğun cezası 150 zloti yani yaklaşık 80 ytl. İlk günler öğrenci bileti nasıl alacağımızı bilmediğimiz için her binişimizde makineye 2.5 zloti (1.3ytl) atıp normal bilet almak zorundaydık, Cuma günü yine bizim gibi Erasmus öğrencisi olan Alman kız arkadaşlarımızın yardımıyla 18 zloti (10 ytl) verip haftalık bilet aldık, şimdi istediğimiz tramvaya yada otobüse binip istediğimiz kadar seyahat etme hakkına sahibiz, yağmur çamur izin verirse tabi…
İlk Haftanın Sonunda Leh Kızları Hakkında…
Benim de fark ettiğim fakat dillendirmek için Serdar kadar aceleci olmadığım bir teşhisle konuya giriyorum. Rus kadınlarını-kızlarını biliyoruz, görüyoruz, seviyoruz… Fakat lehler biraz farklı. Çoğunluğu Ruslar kadar güzel, pek azı Ruslardan daha güzel. Fakat teşhisin en önemli noktasını yaşlılık faktörü temellendiriyor, zira Rus kadınının yaşlandığında yaşadığı vücut deformasyonun Leh kadınlarının yaşamadığı aşikâr. Leh kızları Ruslardan daha doğallar. Makyajla boyayla Ruslar kadar içli dışlı değiller. Zaten bu bizim gruptaki Fransız, Alman, İtalyan kızlar için de aynı şey geçerli, makyaj sevmiyorlar. Leh kızları hakkında söyleyecek daha fazla sözüm yok çünkü henüz bire bir temasa girme şansına nail olabilmiş değiliz. Ekimde okullar açıldığında söyleyecek daha fazla sözüm olacağına eminim.
21.09.2008



Varşova Frederic Chopin Havaalanı

Uçakta her şey yolundaydı. Saat altı gibi İstanbul’dan havalanan uçak iki buçuk saat sonra Varşova’ya indi.
Bu benim ilk yurt dışına çıkışım. Uçağa binene kadar ve bindikten sonra hiç heyecanlanmadım. Öyle ki dayılarım ve kuzenlerimden oluşan sıkı bir kadro beni yolculamak için Yeşilköy’e toplanmıştı. Uçak %80 kapasiteyle doluydu. Yolcuların çoğunluğu Lehti. Lehler hakkındaki ilk izlenimim okumayı çok seviyor oluşlarıydı. Yanımdaki kadın yolculuk boyunca kafasını hiç kaldırmadı elindeki gazeteden. Kalkıştan 15 dakika sonra yemek servisi başladı. Doğranarak haşlanmış havuçların ve tavuk sotenin süslediği kelebek makarna hiç yabancı değildi bana. Öyle ki Polonya mutfağıyla iyi anlaşacağız gibi gözüküyor…
Krakow’a gidecek uçak 22:45’te kalkacak, daha üç saatim var neredeyse ama yanımdaki ağır sırt çantam, bilgisayarım ve valizimde ağırlık yapmasın diye yanıma aldığım paltom yüzünden doğru düzgün gezemiyorum. Uçağın yanaşacağı kapıya giden yürür-bantın karşısındaki metal üçlü bekleme banklarından birine yayılmış daha önümde ve arkamda bu banklardan kaç tane olduğunu sayıyorum, dönüş yolunda, yine aynı bankı bulabilmek için.
Uçakta da bir sürü şey geçti kafamdan, mesela uçağın düşüş anını canlandırdım yolculuğumun yarısı boyunca. Büyük bir uğultu, çaresizce bağrışan bir avuç insan. Ve insan olma durumunun garipliğinin de farkına varır gibi oldum sanki bir an. İnsanlar neden bağırır çaresiz oldukları anlarda? Uçak düşecek, çok büyük bir ihtimal öleceksin, biliyorsun bunu, hissediyorsun, hayal ettiklerin, edeceklerin, sevdiklerin, yok olacaksın hepsi için… Hayalleri için yok olması ne demek bir insanın?
Karşımda büyükçe bir mağaza var, Aelia Duty Free. Gezdim, Yeşilköy Havaalanındaki mağazalardan bir farkı yok. Sadece buradaki çalışanlar şarkı söyleyebiliryorlar; az önce, bir yandan elindeki çikolataları raflara yerleştirirken diğer yandan ingilizce bir şarkı söylemeye başlayan gence yanındaki çalışma arkadaşı da komik ince bir insan vokaliyle eşlik ediyordu.
İlk kez evimden bu kadar çok uzaktayım, galiba en uzağa gidişim lise üç öğrencisiyken sınıfça yaptığımız kapadokya gezimiz olmuştu. Bu yolculuğun anlamının ise benim için çok başka bir yerde durduğunun farkındayım. Altı aylık bir süre, gözümün önünde uzadıkça uzuyor ve ben geride bıraktığım insanları sanki her an daha fazla özleyecekmişim gibi hissediyorum. Daha önce bana sıradan gelen bu insanları özleyebileceğim aklımdan geçmemişti pek. Birkaç kez belki, herkese olduğu gibi aslında bana da hiç yabancı olmayan bir şeyi; ölümü ve o sıradan insanları yan yana düşündüğümde…
Uçak yolculuğumun ilk yarım saati boyunca etrafı izlemek zorunda hissettim kendimi, son bir saat ise telefonumdan şarkı dinledim. Uçağın havalanmak için yaptığı hız gerçekten süperdi.
14.09.2008